Kayıtlar

2011 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

mezopotamya'dan bir yazıt

Resim
Nippur 1330 iö.                             KUYUDAKİ DİNGİN SUDA BANA BAKAN BEN OLAMAM O KANIMCA NANNA'NIN SAÇLARINI ÇÖZÜP TENİNE DOKUNAMAYAN KRAL ENLİL'İN MECLİSİNDE SÖZ ALIP KONUŞAMAYAN KURİGALZU'YA KARŞI SAVAŞAMAYIP , ÇALILARIN İÇİNE SAKLANAN YALNIZCA YÜREĞİNİN SEDİR AĞACININ GÖLGESİNDE UYUYAN BİRİ OLSA GEREK .

Karşılaşmalar 3 - Dostlukların ötesinde !

Resim
"İstanbul'da geçirdiğim Aralık ayının bende bıraktığı izlenimleri , anıyla karışık , biraz da dokundurarak anlattım ve de bitmedi . Bu trafik içinde dostum Emin Çetin Girgin'in Blog'unda bana verdiği yanıtı okumamışım ; Emin Çetin bu kez "mahalle abisi" bir pozda Bedri Baykam'ı korumaya alıp ; benim anlattığım hikayeyi bir başka versiyonuyla ve daha uzun, Bedri'den dinlediğini yani benimkin de bir "dokundurmak " amacı olduğunu , giderek iyi sanatcı oluşumunu zamanın aşamasıyla eş değerde olduğunu ilave ediyor. Önce bu hikayeyi Bedri'ye anlattığımda , bu olayı katiyen anımsamadığını ve çok ilginç olduğunu söylemişti , katılsın katılmasın . Gayet normal 6 yaşında bir çocuk , Şefik Bursa'lını yaptığı Şamatayı nasıl anımsar. Benim senaryomda ; bu hikayeye girişte Bedri Baykam ve asistanları ( kanımca bir şey demediğine göre , Emin Çetin  ressamların böyle "sophistiqué" asistanları olmasında hem fikir , her ne kadar Marksist düş

Karşılaşmalar 2 ; Çağdaş Sanatın " BİZANS " Saraylarında !

Resim
Bu güne kadar bir konuyu ya da bir varoluşu kabullenmem ; bana ulaşan veriler ( argument ) , döküman, yaşanmışlıklarımın ikna edici " varsayımı " sonucu oldu . Dozuna göre yargılarımda değişikler olsa da genelde bir şok yaşamadım düne kadar. Şimdiye dek anlattığım "Nababların" özel hayatlarına girmedim hep vitrinlerinden izledim onları. Şu gün İstanbul'da yaşadığım , bana özgü "agressivité" yi , kafa tutmak ayak-üstü hesaplaşmak ve de benim Don Kişot benzeri ; karşımda da büyük bankaların çağdaş sanat adına kurdukları , benzeri az görülen " Kavramsal Sanat Değirmenlerine " saldırmaya benziyordu. Dostum Ali Hatemi'nin bu kez bizi götürdüğü yer : Garanti Bankasının , Bankalar caddesinde eski osmanlı Bankasını restore ederek kurduğu SALT GALATA ; görsel ve maddi kültürde kritik konuları değerlendiren  genelde saray görünümüne rağmen bence daha çok bir KAFKA dünyasını anımsatıyor . Bana gönderdiği mesaj absüstle fantastik karışımı, örneğin Th

Contemporary 'nin sonu ya da " Si...aşşa Kasımpaşa Ekolü " !

Resim
                                                                                  Jeff Koons                                                               "Balloon Dog" Bu sözcük 1945 den bu yana sanatın yörüngesini simgeliyor. İkinci dünya harbinden kan-revan , açlıkla çıkan dünyamızın halet-i ruhuyesininden bir kurtulma simgesi ; modern olmak da yetersiz , Fransa 'da buna yeni bir katkıda bulunarak " avant-garde " ın da bir ötesine geçmek diye tanımlanmıştır ; malum olduğu üzere " avant- garde " sözcüğü askeri bir terimdir .  Zaten " Pop-Art " la modern daha önce aşılmıştı. Peki amaç ne yapmak ?  Bunu irdelediğimizde , öteki sanatların örneğin yazı , müzik , sinema , fotoğraf vs. içerikte dokunulmazlıklarını hiçe sayarak , contemporary'ye göz alabildiğine geniş ufuklar açmak ; herhangi bir " jest " , tavır , objet , kendiliğinden sanat olma özgürlüğüne kavuşmalarıdır. Modern hiç olmazsa sanatın gününü geçmişle yargılama &

karşılaşmalar 1 - cour de soir -

Resim
Bir kaç gün için İstanbul'dayım , ne garip, bu kent bana bir " ikinci " gün  hüzünü verir ; belki de yaşanmışlıkların " ertesi günü, pişmanlığa benzer bir şey . Aziz Çalışlar 'ın ölümüyle perdeyi kapatmıştım oysa nice dostlarımın ve yaşanmışlıkların külleriyle kaplı eski bir volkan görünümü , mekanların sanki belleğine işlemiş . Ya kalanlar diye sorarsanız ; dostlukların paradan daha önemli olduğu günleri yaşadığım için, tanıkları , eski beraberlikleri bir- fenomen fişi gibi- belleğim onları, kendi arka odasına yerleştirdi . Düşledikleri ortamı ve konforu buldular , " contemporary'nin bereketli toprağında bir compleks aşamasındalar , büyük sanatcı ve onur listelerinde , müzayedelerde çığırtganlara kendini ;  " işte yeni bir baş eser " dedirtmek mutluluğu , Sotbey's in atına binip , Dubai'yi fethe çıkmak  artık bir " illision " değil Şamata yapmak sanki gereklilik , bu absürt dışa vuruş , can sıkıntısından öte bir şey getiremiy

ABSTRAIT

Resim
Bu tablo kimin ?

dalga geçildiğinizin farkındamısınız ?

Resim
Charles Saatchi " contemporain sanatta " bugün en önemli bir isimdir. İsminden de anlaşılacağı gibi Irak'lı bir musevi aileden geliyor. Gülbenkyan gibi petrole dayanan aile zenginliği bana her zaman şu soruyu getirdi ; biz nasıl oldu da elimizin altındaki bu zenginliği anlayamadık ! 1943 doğumlu Charles Saatchi dört yaşında ailesiyle Londra'ya geliyor . 1970 yılında kardeşiyle kurduğu reklam ajansı Saatchi&Saatchi kısa bir süre sonra dünyanın an önemli ajanslarından biri oluyor . İlk eşi Amerika'lı sanat tarihci ve eleştirmen Doris Lockhard'ın etkisiyle Davit Hepher'in bir resmini alıyor ama galericiliğe başlama yılı 1985 dir. Buna galeri denemez; Londra'nın kuzeyinde St.John's Wood'da devasa " entrepot " ları , restero ederek ufak bir krallık diyebileceğimiz vakfını kuruyor. Yetenek mi diyelim ; en kısa bir sürede , bugün comtemporary'nin en önemli isimlerini : Jeff Koons , Richard Serra , John Wood's ve Swisse Cottage

ülkemiz " contemporain " kolleksiyoncuların dikkatine

Resim
Geçen perşembe günü beklenmedik bir kaza , çağdaş sanatın ne kadar "ephemere"olduğunu ve de gözümüz gibi sakladığımız çağdaş sanat eserlerinin de "deniz kazası " dediğimiz umulmadık belaya uğradıklarını  bize yanıtladı. Dortmund müzesinde Alman sanatcı Martin kippenberger'in  "ne zaman tavan akmaya başlamışsa " adlı eseri , fotoğrafda da görüldüğü gibi büyükce bir kova , temizleyikci kadın tarafından müdehale edilerek , sanatcının 800.000 euros fiatında bu önemli "instalattion"u yok edilmiştir. Peki diyeceksiniz ki kendisi yaşıyor , yeniden kovayı yerine koyamaz mı? Hayır bu yerleştirme bir "jest" dir, tekrarlanamaz . Giderek müze yetkilileri tüm basına şunu tekrar ettiler :       müzemizde prensip olarak sanat eserlerine yaklaşma ölçüsünün 20 cm. olduğunu ve de buna saygı duyulmasını , bundan sonra temizliyecilerin çağdaş sanatı bilenlerden seçileyeceğini eklediler. Belki anımsarsınız , 1986 da yine Almanya'da Düsseldrf müze

john martin / yiten cennet

Resim
Ajouter une légende  Başlangıçta bir şey öğrenmek gerçekten şans işiydi , merak alanları da yetmiyordu buna , gözünün içine baktığımız hocalarımız da kendilerine daha önce ne verilmişse onu gösteriyorlar ama resim anlatılmaz , onların ustalarına da ne kadar saygı duysak bile , etkisinde kalmak söz konusu değildi . Akademi kütüphanesinde ne varsa, onlarla yetinmek zorundaydık . Elimizdeki yayınların çoğu Fransız sanat yayınlarıydı örneğin " l'OEIL ' dergisi , SKIRA yayınları ki roprodüksiyon olarak en başarılısı , mimari adına bir iki dergi vs. Genel olarak tipographiden ofsete geçiş yılları , harp sonrası ; dünyanın uyanması , iletişim , kültür savaşlarının da başlangıcı. Fransa bu konuda çok etkindi , sanat pazarının odak noktası , daha da önemlisi sanatı "monopol "e almış , çokca da akıl hocalığına soyunmuştu . Fransızların hala da kavrayamadıkları bir karakteri de dışa hiç bir zaman alıcı gözüyle bakmamalarıdır . ne geçmişde ne de yakın tarihde , gününün

FİAC 2011 / contemporary FUCK

Resim
Genellikle böyle sirklere gitmemeye kararlıydım ama dostum Ali Hatemi 'nin " VİP " daveti ve de snop görmek amacıyla metrodan çıktığımda ; ekmek karnesi dağıltığı günleri anımsatan çok uzun bir kuyruk , ve bir insan "hengamesi" , pahalı giriş ücretini de göze almış, Champs Elysées ' ye doğru uzanıyordu. VİP  giriş kapısı ; insana " vatandaş " gibi davranıldığı , genellikle " contemporary " yi anlayan , alan ,  kolaylıkla heryerde karşılaşamıyacağınız bir tür " snob ", daha çok " exentrique " ve " bizarre " ( giderek bu tanımlanmalar fransızca olmuşsa, dilimizin aşamasında hala bir karşılığı olmadığı için ) insan portreleri nin en görülmesi gereken yeriydi. Bu sanat lobisi , gününü çok iyi izlediği için , paranın da kokusunu çok iyi alıyor. pompalayacakları ülkelere kapısını açmak , o ülkelerin kendi dümen suyundaki galerileri ve de onların müşterilerine hizmeti unutmamışlardı. 80 li yıllarda katıldığım Fia

endişelerimizin kışı

Resim
                      ENDİŞELERİMİZİN KIŞI                       Resim konuşmak mı  yoksa bakmak mı?  Bence her ikisi de güncelliğini yitirmek üzere, sınırların kalkması sonucu yaşanan bir kaos, öncelikle resimi vurdu, resim diyorum çünkü plastik sanatlar ve de tüm "modern" le başlayan tanımlar ne yaptığımızı açıklamaktan uzak, Bu konuda "tutucu “olmam, sanatın her şekilde yapılabileceğini bize yutturanlar, bunu uluslararası para sistemiyle  lobi olarak, bir sirk görünümü içeren MODERN’i bir geçiş parolası yaptılar! Edebiyat , müzik , sinema vs. bu tehlikeyi çok önce sezip , sanatın ancak kendi malzemesiyle varolabileceğini hemen kanıtladı ve de ne sinema ne roman hiç bir çağda bu kadar anlatımcı, içerik adına “insana dair” olmamıştı, 60 lı yıllarda yaşanan gereksiz kompleklerden arındığında; örneğin “yeni roman” , “yeni dalga”, gibi  vs. gibi arayışlar zorla anlaşılmaz olma çabaları, öteki sanat dallarında geçerli olmadı. Resim ' in çağın başında

Passage

Resim
                         utku varlık - peinture / 2011                      

idée-noir

Resim
                   utku varlık / karton üstüne desen - karışık teknik , füzen,kalem, tempera              

kar yağıyor hayatıma

Resim
Selim İleri ' yi severim ; nostaljiden öte garip bir hüzünün yazarıdır , bu günü de yazsa ; ister istemez yaşanmışlığa dair " narrative " öge , şimdi yaşadığı anın ona bir sanrı olduğunu fısıldar,  geçmişten koptuğumuzda, ister istemez bir pişmanlık duygusu taşırız sanki ellerimizi bi türlü saklayamamak kaygısı , sürekli özür dilemek , niye niçin ? Uzak ya da yakın , bu sanrı benim de peşimi bırakmaz , çocukluğumda ve gençliğimdeki mekanlar daha huzurludur , doğa tümdür , dostluklar , aşklar , gök daha mavi , bulutlar daha beyazdır. Selim İleri'nin çocukluğundan başlıyarak yeni yetme yaşları ve sonuçta yazarlık serüvenin de katiyen yalnız değil ; onun merak alanları , sürekli ilişki kurmak , kişiliklerin çekinmeden kapılarını çalmak , onları tanımakla daha da zenginleşiyor . O yılların " Kelebek " ya da " Hafta Sonu " dergilerini karıştırsanız , sanki içinden çıkacakmış hissi veriyor. Burada amacım bir kitap eleştirisi değil , "Kar Yağıyor Ha

ölüme dair

Resim
Bazı dönemler nedeni bilinmez bir ölüm geçer yaşantımızdan ; beklemediğimiz , düşlemediğimiz genellikle hazırlıksız olduğumuz bir anı yakalar, sanki hep şaşırtmacılıkla olur ; inanamayız , genellikle kabullenmek istemez insanlar , sanki yaşantılarında olağanüstü bir gereklilik varmış gibi . Bilmiyorum ama hep şaşırmışım ; niçin insan doğaya gerektiği gibi bakmaz ? Baksa ; doğanın ölüm dediğimiz bu fenomeni her gün gözlerimizin önünde tekrarladığı , Behçet Necatigil'in dediği gibi : " solgun bir gül dokununca .."   kendine indirgemez bunu insan ; doğanın gözlerimizin önünde can çekiştiğini görür , aldırmaz , öldürdüğü bir sülünün önünde fotoğraf çektiren avcının aptalca pozu , ölümü insanın hala kavrayamadığının bir imgesinden başka bir şey değildir . Son günlerde yaşadığımız , bize ulaşan bazı ölümler ; bu paradoksun kişilere göre nasıl değiştiğini gösterdi.   Öncelikle Steve Jobs ' un , bu olağanüstü kişinin ölümü. Kısa bir süre önce , öleceğini açıkladı , pankere

delirmemek elde değil !

Resim
Geçenlerde Roman Opalka 'nın ölüm haberini okuduğumda , aklımdan ister istemez son tuvalinin üstüne yazdığı son sayı geldi , 1965 de 1 den başladığına göre , 2011 de tuvale son olarak hangi rakkamı yazdı. Opalka'yı tanımamak çok normal çünkü çağdaş sanat dediğimiz ve de ne olduğunu tanımlayamadığımız bir nevi " sirk " olmaktan bir yana , her türlü " marginalité " yi de artiste ya da " plasticien " tanımıyla kendi bünyesinde topladığı için , bir toplama kampı görüntüsünü andırıyor . Opalka hiç olmazsa yaptığı bu uç işi tuval üstünde yapıyordu. 1965 de  Varşova kültür ve sanat merkezini yönettiği sürelerde bir gün eşini kahvede beklerken , aklına bir " zaman manifestasyonu " yapmak , zamanın varoluşununu ; başlangıçla sonuç arasındakı değişimi , insana özgü aşınımındaki son olarak ölümü içermesi , aşınımındaki duygu alanlarının ters yüz edilememesi giderek zamanla bir hesaplaşma yapmak geliyor . Bu karar alındığında çalışma beyaz fon

perili köşk

Resim
Rumelihisarı'ndaki perili köşk diye anılan Yusuf Ziya paşa köşkü , 60 yıllarında terkedilmiş , gizemsi uğursuz , masalımsı bir görünüşdeydi . Bugünkü gibi çevresinde hiç bir yapı , tepesinde de köprü olmadığı için bizi sinemanın içeriğindeki ; vampir öyküsüne çekerdi. Özellikle kışın , iskelenin karşısındaki Osman Avcı ' nın meyhanesinden çıkınca , sisin çöktüğü boğazdan geçen tankerlerin sis alarmlarının da etkisiyle içinde birinin lambayla dolaştığını görürdük , acaba bize mi öyle gelirdi. İşte bu sanrı'nın da etkisiyle Akademi'den kadim dostum Kürt Necati'yle köşke yerleşmeye karar verdik. Bunu Osman Avcı'ya açınca , bize belki sahibi değil de  mirascılarında biri olabilecek Vefa semtimde kasap Sıtkı 'ya danışmamızı önerdi . Kasabı bulduk ama asıl mal sahibi olmadığını , kendisinin köşkün yanında bir arsası olduğunu , arsayı da bir türlü satamadığını anlatıp bizi köşke komşu olan Ermeni kilisesinin papazına gönderdi. Bu süre içinde bizim köşke yerleşeceği

Babil'den anılar

Resim
Asur'lu askerlerin esir ettiği yahudilerin ezgisi   - MÖ. 7 yüzyıl -        BABİL NEHİRLERİNİN KIYILARINDA OTURDUK VE AĞLADIK        ZİON'U ANIMSADIKCA.        VE HARPLERİMİZİ ÇEVREMİZDEKİ SÖĞÜT AĞAÇLARININ        DALLARINA ASTIK.        BİZİ ESİR EDENLER GELDİLER , HAYDİ ZİON EZGİLERİ ÇALIN        SÖYLEYİN DEDİLER.        TANIMADIĞIMIZ BİR ÜLKEDE TANRIMIZIN EZGİSİNİ NASIL SÖYLERİZ ! Babil kraliçesi Sibtu'nun , kocası kral Zimri-lim'e mektubu - Marı sarayı / MÖ. 18 yüzyıl -               SÖYLEYİN KRALIMA , KULU SİBTU ANLATIYOR BUNLARI ,         SARAYDA İŞLER İYİ GİDİYOR , YETER Kİ KRALIM SIHHATLİ OLSUN         ONA İYİ BİR GİYSİ , BİR PELERİN VE ÜÇ TESTİ GÖNDERİYORUM.       Kral Şamsi -Adad ' ın oğluna mektubu    - Bur-Sin / MÖ. 2050 -          DAHA NE KADAR SENİ GÖZETECEĞİM ?          HALA BİR ÇOCUK GİBİSİN !          ERKEK OLAMADIN , YÜZÜNDE SAKAL YOK .          BURADA KARDEŞİN DAULİ- DUM 'U ÖLDÜRÜRKEN,          SEN ORADA KADINLARIN ARAS

köprünün üstünde

Resim
Bir ülkede yaşıyorsunuz , sanatla ilgili ya da ilgisiz  ama bir beğininiz var , kenti daha bakımlı görmek açıkca hakkınız çünkü bir vergi ödüyorsunuz bunun için . Çöpünden tutun da parklara dikilen ağaçlara kadar herşey sizin sorumluluğunuzda. Bir gün evimin çok yakınına tüm Paris'i dolanacak - iç çevre Tramway yolu- projesi nedeniyle buna paralel bu yolu izleyecek bir sanat yolu düşünülmüş ve de ilk 12 km. nin bitimiyle tramway ve  " parcours artistique " Paris'lilere sunuldu. Başlangıç noktası Garigliano köprüsü ortasına pembe renkli metal döküm , içi bir butik görünümünde  ve telefon kabinesi işlevindeki  bu acaip " alien " objet ; Sophie Calle ve Frank Gehry imzasını taşıyordu , adı da " La Telephone " du. İlk gördüğümde kabullendim sonra da köprüyü yürüyerek geçmediğim için de bir süre sonra varlığını unuttum . . Son günlerde İstanbul sanat çevrelerinde  Sophie Calle ismi büyük hayranlıkla anılmaya başlanınca bir süredir beni sinirlendiren  

CHANGİS - 2011

Resim
                                                                                                                                                           

Wermeer nasıl kopyalandı

Resim
1995 aralık ayında , Télérama dergisinde çok ilginç bir haber okudum ; Han Van Meegeren'in Wermeer adına yaptığı tablo " Cene " ,  Hotel Georges V 'de ünlü satış komiseri Jacques Tajan tarafından açık arttırmayla  satılacaktı . Uzun yıllardır her türlü detayını , simyasal gizlerini okuduğum , araştırdığım ve de bütün bu verilerden edindiğim ön yargılarımı sonuçta gözlerimle çözecektim. Dergide ayrıca benim arşivimde olan aynı roprodüksiyon " Cene " 'ye tekrar baktım ; hayır olamaz , Wermeer böyle komik bir tablo yapamaz ; figürler "menhus " ruhlar gibi rahatsız, tüm yüzler tek bir yüzü içeriyor ,biraz karikatür , detay hemen hemen yok , renk çok az ; bitüm, ocre ve kırmızı vs. Bir ressamın erken dönemini de içerse , o ressamdan hiç bir iz yok. Tablo üç gün sergilenecekti satıştan önce  gittim ve girdim sahte gazeteci kartımla . Evet  Van Meergeren'in  1940 yılında Fransa'da Nice kentinde yaptığı " A LA MANIERE " " Cene &q

HATTUŞA' DAN MEKTUPLAR 2

Resim
M.Ö. 2000 hitit duvar kitabesi                            YAKARI       TANRIM BENİ YAVAŞLAT. SAKİNLEŞTİR AKLIMI Kİ YÜREĞİM DİNLENSİN HIZIMI DENGELE ZAMANIN SONSUZLUĞUNA. GÜNÜN KARMAŞASI İÇİNDE BANA ŞU ÖLÜMSÜZ TEPELERİN DİNGİNLİĞİNİ VER. GÖRÜNTÜMDEKİ GERGİNLİĞİ , BELLEĞİMDEKİ AKARSULARIN EZGİSİYLE YIKA. UYKUNUN BÜYÜSÜNDE ARINAYIM, BANA AN'I , YAŞAMAYI ÖĞRET ; BİR ÇİÇEĞE BAKMAK İÇİN YAVAŞLAMAYI, BİR GÜZEL KEDİYİ YA DA KÖPEĞİ OKŞAMAK İÇİN DURMAYI, BİR YAZITTAN BİR KAÇ SATIR OKUMAYI , BALIK TUTMAYI , HÜLYALARA DALMAYI . HER GÜN BANA KAPLUMBAĞA İLE TAVŞANIN ÖYKÜSÜNÜ ANIMSAT ANIMSAT Kİ YARIŞI HER ZAMAN HIZLI KOŞANIN BİTİRMEDİĞİNİ YAŞAMDA ACELEDEN DAHA ÖNEMLİ ŞEYLER OLDUĞUNU. GÖRKEMLİ MEŞE AĞACININ DALLARINDAN YUKARIYA , ÖTEYE BAKABİLMEYİ GÖREYİM NEDENİNİ GÖRKEMİNİN, GÜCÜNÜ NEREDEN ALDIĞINI . KÖKLERİMİ YAŞAM TOPRAĞININ KALICI DEĞERLERİNE DOĞRU DERİNE GÖNDERMEME YARDIM ET. YARDIM ET Kİ KADERİM YILDIZLARA DOĞRU SAĞLIKLA YÜKSELSİN.

Re adasına dönüş

Resim
Bir kaç gün de olsa , okyanusa doğru açılmak iyi geldi . Paris'e bütün yaz yağan  yağmurların giriş kapısı diyebiliriz , zaten onsuz düşünülemez ada.  Bağ bozumu daha yapılmamış , eylülü bekleyen bağlar üzümle yüklü .  Göçmen kuşlar da gitmek üzere  ama asıl hüzün onlar gibi iki yıl önce çekip giden  bir dostunuzun boşluğu , yine güzel şaraplar içerek onu andık . Tekrar döndüğümüzde bilmiyorum bizi kim bekliyecek ?

tarifsiz sıkıntılar içinde

Resim
2010 yılının mayıs ayında Bodrum'dan karşıdaki Kos adasını dolaşmaya gittik.  Yunanis'dan bir kez geçmiştim ama merakım ;  bu adalarda nasıl yaşıyor , karşı kıyıları nasıl görüyorlar vs.  Biliyordum ki haftanın belli günlerinde Bodrum'a alışverişe geliyorlar , tarihi alış veriş sürüyordu ama ne yazık bu iki toplum açıkca beraber yaşıyabilirdi , şu karanlık inançlar olmasa . Ada turistik tarihi kalıntılar ve Osmanlıdan kalan izler de silinmemiş , adadaki esnafın çoğunluğu da Türk asıllı , konuştuk biraz ,o zaman Yunanistan daha büyük ekonomik krize girmemişti.Adayı merakla dolaşırken , deniz kıyısındaki gazinonun arkasında , şimdiye dek insan dehasının böyle bir montajı biraz zor yapabilir yargısıyla karşılaştığım " makina ", adadaki bütün gördüklerimi sildi süpürdü. 60 yıllarında Kafka'nın " Ceza Sömürgesi " hikayesini sinemaya aktarmayı düşlemiştim,hikayede baş rolde işkence için kullanılan makineyi  gerçekleştirmek olanaksızdı , Kafka mekanikle in