Kayıtlar

2017 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

SANATTA AŞAMA;MEGALOMANIE VE MEKAN

Resim
Artık insanın "hayal kutusu"nu sanki düşen bir uçağın "kara kutusu" misali arayacağız; düş bozgunu gibi, "modern hinlik" başını almış gidiyor. Bir sanrının kendi şok boyutunda gerçekleşmesi hayal olmaktan çıktı. 3D - üçüncü boyut- çoktan aşıldı; CAO - bilgisayarın yönetiminde laser sistemiyle baskı, MJM - modelage -, SLA - stéreolithographieApparatus - vs.  Bir kartpostal boyutundan kitaba, kitaptan tuvale; bir imgenin makul bir boyuta ulaşması, bizim bakış açımızla orantılıdır. Oysa  büyük tuvalleri boyamak, devasa objeleri kurgulamak için yine sanatçının devasa mekanlara ve bunun siparişini verecek güçlü bir - sponsor - onu destekliyecek global bir - media - yı gereksiyor. İşte bu açılım içinde bir star sisteme oluştu. Tüfeğin bulunması sonucu bozulan "mertlik" gibi, günümüz sanatçıları giderek belki bu boyut'a girerek; tuvaliyle cebelleşen mütavazi ressamı tarihe gömdüler. Bizde bile asistanlarıyla çalışan, belki sözünü ettiğim teknikle

KAOTİK GÜNLER 2

Resim
19 yüzyıl Alman kökenli bir sözcük KİTSCH; süslü, zevksiz, beğeninin belki en bayağısı gibi karşılıkları sözlükten çıkarak güncel sanatın estetik kapsamına girdi. Güncel sanat üstüne bir anlam yüklemek güç, pentürü eleyerek bir sirk misali aklımıza gelebilecek her türlü gösteriyi “düzmece” mediatik çekim alanları yaratarak; örneğin Modern Müzeler, Fondationlar, Biennaller, fuarlar vs. meta olarak işleve sokarak, bir kaç milyarderin uluslararası satış evleriyle yönetiliyor. Bidon isimler yaratıp, onları pazarlamak için Versaille Sarayından tutun Louvre’a kadar en dokunulmaz mekanlarda show yaptırıyorlar. Takahi Murukami, Joanna Vascoceloc, Jeff Koons vs. ki tümüyle kitsch’le yıkanıyorsunuz. Kimse ağzını açmıyor, bilmiyorum belki sanat eleştirisi öldü ama Fransa’da bir tek düşünür Luc Ferry acımasız eleştriyor ama kim dinler! Tekrar bunları yazmak beni yoruyor ama konuya girmek için yine dışardan bakmak gerekiyor. Gözüme ilişen Beyaz Müzayede’nin güncel satışının kataloğunda yine

THE SQUARE

Resim
Dilim kurudu, “..sizinle dalga geçiyorlar; MODERN, CONTEMPORARY şamatası yaparak vs.” Bizim en önemli özelliğimiz; bize gönderilen her şeyi “..demek batı’dan geldi, doğrudur, biz de yapalım” adına geldiğimiz yer yalnız saf oyunlar değil, altında önemli “ekonomik” çıkarlar ve de “kafa yıkama! Önemli bankaların, fondation’ların ve onları müzelerinin, zengin snop milyarderlerin gösteri alanındaki bu “özenme”nin elbet bir gün suyu çıkacaktı ve çıktı. Kimsenin okumaya vakti olmadığı için, bu “çağdaş ekonomik histeri” yi eleştirenler, gazete, dergi ve de ınternet yine bunu okuyan ve de aldırmayanların ilgi alanındaydı! Bu şamatayı çökertecek belki ekonomik bir kriz olabilirdi ve de oldu da; ne yazık on yıl sonra daha beter, bu kez arapları da bu oyuna sokarak; “keriz silkelemek” sistemiyle 21 yüzyıl “sanat tarihini” daha kapsamlı yazmayı sürdürüyorlar. Dün gördüğüm film: “THE SQUARE”  İsveç sineması yapımı, yönetmeni Ruben Östlund daha önce yaptığı “SNOW THERAPY” filmiyle yine ülkesin

KAOTİK GÜNLER

Resim
Anlamıyorum, gelinen bir yer var; sanat adına tasarımlar: “contemporary” etiketiyle sunuluyor; örneğin Avignon Festivalinde, Çağdaş Tiyatro, Modern Dans; öbür taraftan Modern Müze, modern resim, Contemporary fuarlar, Modern'i etiket etmiş biennaler vs. Biliyorum amaç bir farklılığın ötesinde ortaya yeni bir şey koymak, ama nasıl anlatabilirim: önce bir müzik bulup sonra bunun eşliğinde sahnede takla atıp, bir takım garip hareketler yapmak modern dans oluyorsa; - “birden Bejart'ın Bolero balesini anımsadım” - ya da nedense her yıl Avignon Festivalinde ve de dayanamamın en üst düzeyinde yine “çağdaş” a adanan tiyatro denemeleri tekrar ediliyorsa, Biennaller kurmaca sloganları ötesinde bir gösterişe soyunmuş sa - iyi komşu/kötü komşu!- ,  işte orada ben yokum! Belki  farkında değildik, sanatın “idea”sını ters yüz edildiğinin! Gözümüzün önünde, çocukca bir duyguyla zorla elimizden alınmış bir oyuncak misali, sanatın hayal perdesini çekip alıyorlar ve kısır döngülerindeki "kabı

IH L'AMOUR

Resim
IH - L'AMOUR                                   Bİ-HARAB-ABAD-I AŞKINDIR UNUTMA RAHM EDÜP                                   FITNAT'I GEL EYLEME DİVANE ALLAH AŞKINA Şair Fitnat Hanım ve Ahmet Mithad efendi 1878 de tanışıyorlar, daha doğrusu, Rodos dönüşü Tophane'deki Dilaver Paşa konağını yakınındaki evinden Kabataş'a taşınan Ahmet Mithad'ın komşusu, Bahriye mektupçusu Mehmet Ali efendi ve eşi Şair Fitnat Hanımdır. Küçük bir bahçeyle ayrılan bu iki konak ve bu bahçeye bakan iki pencere bir düş misali bir türlü varılamayan, yalnız gözgöze gelmekle oluşan bu olağanüstü bir arzu birikimi, sözcüklerin içeriğinde amacına ulaşıyor; ilk mektup Ahmet Mithad'dan şöyle başlıyor ;   - “ Yegane-i rüzgar, edib-i zerafet-şiar, şaire-i letafet - nisarım efendim, “ yanıt hiç gecikmeden geliyor:  - “ Ma'ruz-ı cariyeleridir,       Lutufnamenizi on dört gün , on beş gecedir okuyorum. Her okuyuşta başka bir lezzet buluyorum,bir başka sefa kesbediyorum…” Pencere

YÖN GÖSTERGELERİ

Resim
Uzun bir süredir gazete, dergi, internet vs. gözüme ilişen, ilginç olmaktan öte beni sinirlendiren ya da gerekliliği adına kafa yorduran tüm etkinlikleri bir kenara yazarım; bazen kendiliğinden buharlaşırlar yani unuturum ama genellikle uzun bir süre sonra bulduğumda aktüalitesi geçmiş olur. Bu kez dergiden kopardığım iki sayfayı tekrar bulduğumda, sürekli kendime sorduğum; gelecek adına ürettiğim düşüncelerin belki en absürt olanı yine ortaya çıktı: “gereksizliği nasıl saklıyacağız?”. Özellikle önemli galeriler, müzeler, retrospektifler, kolleksiyonlar, tüm gördüğüm resim, pentür vs. acınacak boyamaların, önemli sanat lobilerinin kanalize ettiği "yön göstergeleri"yle müzelerde, arşivlerde, depolarda saklanıp, ileride bir "mata" olacağının küçük hesaplarını yapanlar, "bir gün belki" düşlerinin bir karabasan olduğunu çok geçmeden anlayacaklardır. Modern, çağdaş hoşgörüsü geçerli olmayacaktır beceriksizliğe. Tecim çarkları hala bu bağayılıklar için dönüyorsa

HİÇ BİR YERDE

Resim
                                Bu sanrıyı tekrar yaşıyorum; belki bu kez derdimi anlatırım: Utku varlık / Iıntemporel peinture- detay/ 113x93/ 2000 Işığın kırıldığı o çizginin ötesini gösteriyorum, gitmek istediğimi, düşlediğimi, bir kurtuluşu bence; olabilirlilik nasıl tanımlanır? Hani seni çağıran, kulağına fısıldayan, sana gitmen gerekiyor diyen ses! Belki diye yanıt veriyorlar; "..mutlu değil misin? Korku bir "yalnızlığın" uzantısıdır; ne yalnızlığımı ne de korkumu anlatabilirim; kafamda akıp giden bir nehir var, tüm anılarımı da beraber götüren; belki onlarla beraber. Ariake gibi hani gün ağarırken solup giden ay misali, silinmek bu yalnızlıktan. Antik kentler, yıkık saraylar, yaşanmış parklar; belleğimde gezindiğim o kadar mekan, bana hep ölümü çağırıştırır. Akşamüstüleri o hüzünle buluşma anlarıdır; alkolü özletir nedense, esrik, suskun. Yıllar sonra oraya döndüğümde yağmur yağıyordu. Gri, puslu bu büyük parkta Villa Borghese doğru yürürken Kardinal

OXYMORE- YENİ PRENS

Resim
Tarihde bitmeyen savaşlar, değişen güçler; yıkılan imparatorluklar ama her zaman halklar ve onları yönetenler; krallar, sultanlar, prensler, şehzadeler! Her zaman şaştım; 21 yüzyıldayız ve değişen hiç bir şey yok ama konu tarih değil sanat, resim; geçen gün basında; “Thaddeus Ropac, Londra’nın yeni prensi!” oysa Paris’deki galerisinde Baselitz’in sergisini görmüştüm, bir kaç gün önce. Daha önce yazmıştım; Nobeli almış bir yazar olarak Orhan Pamuk’uğu Paris’deki gelerisinde bir yemeğe çağıran ve Kiefer’i ona tanıştıran Ropac, işini iyi biliyordu; bu olağanüstü gecede Pamuk onlara: “..aslında yazar değil, benim düşüm ressam olmaktı” diyerek davetlileri duygulandırmıştı! Peki kim bu Thaddaus Ropac? Görünüşte ciddi bir Avusturyalı, soğuk, orta yaş; dış kabuklarıyla yargılayamayız insanları ama geçmişine döndüğümüzde, başlangıcını bir tek cümle ile: “..22 yaşında Joseph Beuys’un asistanlarından biri oluyor; “Zeitgeist” - zamanın ruhu- sergisinin Norman Rosenthal tarafından Berlin’de yapıldı

ŞİİR

Resim
Rimbaud üstüne bir yazı isteğimi erteledim; önce şiirin varoluşu ve başka dile iletişimi üstüne bir karar vermek gerekiyor. Rimbaud’nun “Sarhoş Gemi” si eski yıllarda Sabahattin Eyüboğlu’nun unutulmaz bir çevirisi olarak belleğimizde kalmıştı ama gerçekten Rimbaud adına ne biliyorduk. Nedense sanatçıların esrik yaşamları, nevrozları, delilikleri vs. bir lokomotif’dir, yapıtlarından daha çok yaşantıları bilinir. Van Gogh’un nevrozuna görsel olarak varsak bile mektupları olmasaydı onun varoluşunu gerektiği gibi çözemezdik! Rimbaud’ya gelince, daha kompleks bir kişilik çıkıyor ortaya; deşifre etmek için Verlain’ni de işin içine katmak gerekiyor. Kısa yaşantısını üçe katlıyarak, olağan üstü bir kişilik çizen bu dehanın anatomisine yazarak değil de ancak düşleyerek varılabilir. Soruyorum hangi çevirilerle yargılayabiliriz Rimbaud’yu Türkiye’de? Rimbaud’nun bu gizemsi yanını uzun uzun konuştuğumuz sevgili Melih Cevdet Anday 70 yıllarının sonunda Paris’e Eğitim Müşaviri olarak gönderil